Bu Blogda Ara

20 Aralık 2010 Pazartesi

Ütopya

Zamanların en aylak geçirildiği anlarda düşlenen ve düşlenen o şeyin imkansızlığını anladığımızda karşımıza çıkan ütopya kavramıyla haşır neşir olmak istiyorum bugün. O nedenle öylesine, ciddiyetsiz ama biraz daha benden bir yazı olmalı bu.  Bu zamana kadar hep içsel bütünlük taşıyan şeylere kafamda izin verdiğim için, varlığı kurgulamaya bağlı bir alan olan ve genelde hayalgücünü zorlayan bu sınır üzerinde olmanın huzursuzluğuyla ideal olanı tasarlamak istesem çok mu zorlanırım? Diğer ütopyalar gibi ideal toplum ve devlet tasarımı değil bu yanlış anlaşılmasın..yapmak istediğim tam olarak olmayan ile mükemmel olanı bir araya getirmek. Olmayan ile mükemmel olanın bir araya getirmek ilk duyulduğunda temellendirmeden uzak bir önerme gibi görülebilir. Çünkü temellendirmede ispat edilen bir kavramın mutlaka kabul edilme gibi bir zorunluluğu vardır. Fakat burada var olan temellendirmede analiz ve derinleşme ön plandadır. Derinleşmede her yönüyle araştırma ve inceleme söz konusudur. Zihnin sistematik kavrayışı ile birlikte derinleşmiş ve sistemin içinde bir nevi faaliyet halinde olmuş oluruz. Buradaki sistem tutarlı unsurlar bütünüdür. Peki kimi çevrelerce değersiz ve gerçekdışı olarak nitelendirilen ütopyada tutarlı unsurlardan nasıl bahsedebiliriz? Elbette bahsedebiliriz çünkü; ütopya ideal devleti ve toplum düzenini tasarladığı için gerçekliğe tam olarak ulaşmasa bile en azından yaklaşabilmektedir. Bunu da basit bir tutumla değil, felsefi temelendirmeden hareketle yapmaktadır. Ütopyacılık akli ve ahlaki ilkelere de dayanarak en iyi olanı oluşturmak için alternatifler üretmektedir. Ütopyacılığın önemli temsilcilerinden Rousseau, Marx ve Engels ideal devleti çizerken her türlü baskıya ve sosyal ve ekonomik eşitsizliğe karşı eleştirel bir tutum takınırlar. Felsefe tarihine baktığımızda bilinen ilk ütopya örneği Platon tarafından yazılan Devlet ve Yasa'dır. En çok tartışılan ütopya örneklerinden birisi de Thomas More'un kurgusal bir adada geçen eseridir. Francis Bacon'un Yeni Atlantis'i ise bir bilgi devleti olarak kurgulanmıştır. Tüm bu ütopyalar olması istenen ütopyalardır. Bunların yanında birde istenmeyen korku ütopyaları vardır. Bu ütopyalar insanları gelecekte olabilecek bir takım olumsuzluklara karşı ikaz etmek amacıyla yazılmıştır. Bunların başında çağdaş ütopyacı Adous Huxley gelmektedir. Huxley'in Yeni Dünya' sında teknoloji egemendir. On kişilik bir zorba düzenin hakim olduğu bu topraklarda insanlar bedensel hazlar peşindedir. Bu yeni dünyada düşüncelere yer yoktur.

Ütopik düşüncenin temelinde var olan gerçek ve yetkin bir toplumsal düzene, özellikle içinde yaşadığımız ekonomik eşitsizliğin, sosyal sömürünün, etnik soykırımların olduğu bir toplumda ihtiyaç duyulmaktadır. Tasarılar ideal  olanı yaşayana kadar devam etmelidir. İdeal toplum düzeni olmasa bile kendi idealiniz için her ne ise işte o devam etmelidir.

Görüldüğü üzere bir türlü içsel bütünlükten kurtulamayan "ben" yine analiz yolunu seçti. Olmayan ile mükemmel olanı birleştirememenin huzursuzluğu ile yeni bir boş-hoş-zamanda görüşelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder